***___eLifSude___***
  AşKıN GöZü
 
GERÇEKTEN DE AŞKIN GÖZÜ KÖR MÜ?
 
Öfori, sükûnet, tutku, güven… hepimizin aşkın farklı yansımaları olarak yaşadığımız duygulardır. Acaba bilim bize aşkın kaynağını anlamamızda yardımcı olur mu, yoksa aşkı sadece şiir mısraları arasında mı bırakmalıyız? Artık aşkın bilimsel bir izahı yapılmıştır. Biz ne kadar romantik duygusallık olarak tanımlasak da aşk, maddesel bir bağımlılıktır. Vücudun bazı kimyasalları elde etmek için körü körüne kullandığı aracı bir madde. Öyle bir aracı ki, eksikliği acıyla sonuçlanabilmekte.
 
Bu noktada, Alun Anderson’un New Scientist’da çıkan yorumu konuya oldukça açıklık kazandırmaktadır. Anderson’a göre aşk çok şey demektir: bir annenin çocuğu için hissettiği “koruyucu aşk”, birbirine yeni âşık olmuş bir çiftin hissettiği “tutku”, uzun süreli beraberliklerin getirdiği “derin aşk” ya da “doğa aşkı”, bunlar arasında ilk akla gelenlerdir. Her zaman kutlanacak bir yönünü bulmuşuzdur aşkın! Peki, bütün bu çeşitliliğinin arkasında evrensel bir şeyler gizlenmiş olabilir mi? Acaba aşkın tüm şekilleri temelde tek bir fenomen midir, ve de eğer böyleyse, çok sayıda ve değişik görünümleri kapsamında aşk sonuçta sadece aynı noktaya varan tek bir gerçeklik olabilir mi?
 
Hayatımızda yaşadığımız gerçekleri, mantık ve bilim süzgecinden geçirerek düşündüğümüzde, aslında son derece katı kuralları olan soğuk bir dünyada buluruz kendimizi. Pembe bulutlar üzerinde uçarken, sevdiğini kaybeden bir gencin nasıl hırçınlaşabildiğini ve etrafına ya da kendisine zarar verebilecek duruma geldiğini çoğumuz gözlemlemişizdir. İki duygu arasında bu denli büyük farklılık olması, düşündürücüdür. Aynen, refah içerisindeyken imrenilecek derecede nazik, kibar, hoşgörülü ve insancıl olan birinin, günlerce aç kalması durumunda yemek için tüm hakimiyetini kaybederek saldırganlaşması, hatta insanlıktan çıkması gibi….
 
Aşk bilimi henüz emekleme dönemini yaşamakta. Bununla birlikte, farklı disiplinlere ait bilim insanları aşkın doğası ve kaynağı hakkında elde ettikleri ilk verileri bir araya getirmeye başladılar. Artık, aşkın farklı formlarında etkin olan aktivite kalıplarını izlemek, ortaya çıkan biyokimyasal değişiklikleri ölçmek, insanın aşka ait farklı deneyimlerini keşfetmek ve diğer hayvanlarda aşkın evrimsel köklerini araştırmak için beyinlerin içine göz atabiliriz.
 
 
Şayet farklı aşk formları gelişimsel süreçleri içerisinde ortak bir başlangıç noktasına sahiplerse, önce nereden başlamalıyız? “Anne aşkı” başlangıç için iyi bir çıkış olabilir. Aşkın tüm çeşitleri arasında hiç birisi bir annenin çocuğu için hissettiği kadar derin, kuvvetli, özgeci ve sürekli olamaz. Hayvanlar dünyasında bunun kadar her yerde hazır ve nazır olan bir başka bağ görülmemiştir. Biyolojik olarak da bu bağ mükemmel bir his yaratır. Yenidoğan yavrularının hayatta kalabilmesi için onlara bakma zorunluluğu olan hayvanlarda, mademki annenin genleri gelecek kuşaklara aktarılacaktır, böyle bir bağ da hiç kuşkusuz mutlak bir gereksinimdir. Zaten canlıların gelişiminde, genlerin sağlıklı biçimde ileriki kuşaklara aktarılma çabası temel güdüyü oluşturmuyor mu?
 
  SiTeMiZ KuRuLDuĞu GüNDeN Bu ZaMaNa KaDar 30673 ziyaretçi BuRaDaYDı  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol